Latest Movie :
Son Eklenenler

Beasts of the Southern Wild (2012)


Yönetmen 
Benh Zeitlin
Senaryo 
Lucy Alibar
Benh Zeitlin

Filmimiz Cannes Film Festivali'nde FIPRESCI Belirli Bir Bakış Ödülü, Altın Kamera, Ekümenikel Jüri Ödülü ve Prix Regards Jeune ödüllerini almış. Yönetmen Benh Zeitlin'in ilk uzun metraj filmi. Filmin konusuna gelince;

Hushpuppy babasıyla Wink ile birlikte Bathtub'da yaşamaktadır. Bathtub küçük kırsal ve fakir bir yerleşim alanı. Dış dünyayla bağlantısı olmayan herkesin mutlu mesut yaşadığı bir yer ama kasırganın yağmurun da eksik olmadığı bir yer.


Wink Bathtub'ı o kadar çok seviyor ki kasırga zamanında bile sığınaklara gitmeyip Bathtub'da kaçmayan az sayıdaki komşusuyla kalıyor. Kasırgadan sonra Bathtub sular altında kalıyor. Bunun tek nedeni ise baraj. Wink bunun üzerine bir plan yapıyor ve barajda bir gedik açıyor böylelikle Bathtub'daki fazlalık sular gidiyor ve eski hayat akışına devam ediyor. 


Ama her şey eskisi değildir. Husspuppy babasının hastalandığını öğrendikten doğa olayları çığrından çıkıyor. Buzullar eriyor, yaban domuzuna benzeyen tarih öncesi yaratıklar ortaya çıkıyor. Tabi ki bu olaylar sadece Hushpuppy'nin ölümü nasıl betimlediğiyle alakalı. Babası kötüleştikçe yaratıklar önlerine ne gelirse yıkıyorlar. 


Babasının hastalığı karşısında tek başına kalan Hushpuppy bunun üzerine annesini aramaya başlıyor. 

Çok fazla anlattım filmi daha fazla anlatmayım. Belki aradığınızı bulamayabilirsiniz ama film bence gayet iyi. Konunun ara ara dağılması biraz kötü oluyor sadece o kadar.

7,5/10


The Truman Show (1998)




Yönetmen 
Peter Weir

Senaryo 
Andrew Niccol

Bu filmi izledikten sonra bildiğin kendi kendime sitem ettim niye bu filmi daha önce izlemedim diye. Tam bir başyapıt diyebilirim. Gelelim konumuza...

Truman Burbank güzel bir evi güzel, bir eşi, ve ortalama bir işi olan senin benim gibi bir adam. Her gün evden işe, işten eve gelip giden monotonluğu hat safhada yaşayan bir abimiz. Babasını denize açıldıkları fırtınalı bir günde kaybetmiş ve bu olaydan dolayı denizden korkmaya başlamıştır. Öyle ki bir nehir üstündeki bir köprüden bile geçemiyor.


Gel zaman git zaman babasını kaybettikten tam 22 sene sonra iş yerinin kapısında babasını paçavralar içerisinde görüyor ama babasını 2 kişi aniden kollarından tutup götürüyor. Bunun üzerine Truman şüphelenmeye başlıyor. Etrafındaki tüm olayların bir döngü içerisinde gerçekleştiğinin farkına varıyor. Bunun üzerine Truman yaşadığı adadan ayrılmaya karar veriyor ama bir şekilde sürekli engelleniyor. 



Truman aslında bir film setinin içerisinde yaşıyor. Doğumundan 30 yaşına gelene kadar kameralar tarafından takip ediliyor ve ne zaman adadan ayrılmaya çalışsa yönetmen tarafından bir engel çıkartılıyor. Yavaş yavaş bu durumun farkına varan Truman'ın hayat hikayesini anlatıyor.


Başta söylediğim gibi şimdiye kadar neden izlemedim bilmiyorum. Sürekli duyardım ama geçen gün internette gördüğüm bir fotoğraf üzerine izlemeye karar verdim filmi. Kaçırılmayacak derecede güzel bir film. Truman'ın sıradan bir karakter olması sebebiyle kendinizi kolayca Truman'ın yerine koyabiliyorsunuz ve "ben olsaydım ne yapardım?" derken buluyorsunuz kendinizi. Uzun lafın kısası izleyin izlettirin. Haydi iyi seyirler olsun...

9/10





The Grey (Gri Kurt) (2011)



Yönetmen 
Joe Carnahan

Senaryo 
Joe Carnahan
Ian Jeffers


Ottway abimiz yalnız bir adam. Alaska'da petrol sondajı yapan bir firmanın çalışanlarını korumak için kurttur, ayıdır her türlü hayvanı avlıyor. Günlerden bi gün bu abimiz ve yanında başka bir işçi grubu başka bir bölgeye yollanıyorlar. Ama her şey hesaplandığı gibi olmuyor. Uçak güm diye bir dağın tepesine çakılıyor ve grubun büyük bir kısmı hayatını kaybediyor. Gruptan sadece 7 kişi hayatta kalıyor. Tabi hemen fıldır fıldır beyinler çalışmaya başlıyo "nasıl kurtuluruz burdan", "ölecek miyiz yoksa" gibisinden laflar etmeye başlıyorlar gariplerim. 

Gece olduğunda etraf sessizleşmeye başladığında ayak sesleri duyarlar. Dışarı çıktıkları an GÜM kurtlar!!! Ottway abimize saldırırlar. Güç bela kurtulur Ottway abimiz. Daha sonra birlik beraberlik çağrıları yapılır. Ne olursa olsun grubun bölünmemesi gerektiği hangi etnik kökenden olursa olsun hepsinin güzelce geçinip gitmeleri söylenir. 

Gün olur abilerimiz "hadi kalkın beyler gidiyoruz" demeye başlarlar. Ne var ne yok toplarlar yanlarında götürürler. Tama grubumuz gidiyor ama yalnız değiller. Kurtlarımız bulmuşlar mis gibi insan etini kaçırırlar mı. Başlıyolar kurtlarımız da takibe. Dağın başındalar binbir türlü tehlike var tek kurtlar olsa dertleri keşke. Yok ordan inemeyiz orası dik başka yoldan gidelim gibi çatlak sesler çıkmaya başlayınca gruptakiler arasında anlaşmazlıklar baş gösteriyor, kırılıyorlar birbirlerine.

Neyse daha fazla anlatmayım izleyince görürsünüz. Yalnız 1 2 noktaya değinmeden edemeyeceğim. İlk olarak olaylara hemen dahil oluyosunuz bak bu güzel. Ottway abimizin babasının yazdığı şiir on numara. Yan karakterlerin hayatları falan arada sıkılacak gibi olurken biraz ilginizi çekiyor ama o kurtlar yakışmamış be abi.



7/10


The Fall (Düşüş) (2006)


Yönetmen 

Tarsem Singh



Senaryo 

Dan Gilroy
Nico Soultanakis
Tarsem Singh


"Bir zamanlar Los Angeles" diyerek başlıyoruz hikayemize. Alexandria ufacık tostombalak şirin mi şirin bir kızımız. Portakal toplarken merdivenden düşmüş ve kolunu kırmış. Hastanedeki günlerinden birinde yeni bir hastayla tanışır. İsmi Roy. Roy sevgilisinden ayrıldığı için intihara teşebbüs etmiş. Roy abimizin mesleği dublörlük. Bir gün artık ayrılık acısı tak etmiş ve film çekilirken kendisini köprüden atmış. Tabi ki bacaklar haşat.

Roy ve Alexandria'nın tanışmasından bahsedeyim biraz. Alexandria bir kağıt parçasına hemşiresi içinİngilizce bişeyler yazıyor ve pencereden hemşireye atıyor. Ama kağıt bu kızım uçar gider taşa falan sarsaydın keşke. Kağıt tam da dediğim gibi uçuyor ve Roy'un penceresinden Roy'un kucağına düşüyor. Alexandria kağıdı almak için gittiğinde Roy direk giriyor muhabbete. İsmin de çok güzelmiş, anlamını biliyor musun küçük kız gibisinden muhabbet açmanın yollarını arıyor. Daha sonra Büyük İskenderin (Alexander the Great) bir hikayesini falan anlatıyor ve bağlıyor kızı kendine.



Bu hikayeden sonra başka bir hikayeye başlıyor. Hikayemizde kötü bir valimiz ve iyi niyetli 5 yoldaş var. 5 farklı yoldaş ama tek bir amaç var. Vali Bey bu 5 arkadaşın hayatlarının içine etmiş. Kısaca 5 yoldaşımızdan bahsetmek gerekirse; birisi eski bir köle (en sağda). Zamanında Vali Bey'in tarlalarında ölesiye çalıştırılmış ama fırsatını bulduğunda kaçıp valiyi öldürmeye ant içmiş bir abimiz. 


(Muhteşem beşlimiz)

İkincisi bir Hintli (yeşilli abi). Bu abimizin karısı dünyanın en güzel kadını. Hintli abimiz eşini kimseye göstermiyor fakat meraklı valimiz cüzzamlı kılığına girerek Hintli abimizin eşini görüyor ve kaçırıyor. Daha sonra abimizin eşi ölüyor ve Hintli abimiz de valiyi öldürmek için ant içiyor. 

Üçüncü abimiz (sarılı amca) ise bir bomba tasarımcısı. Valimiz de bu abimizden için dedikodu çıkarıyor araya fitne fesat sokuyor ve kimsenin bu abimizle yakınlaşmamasını sağlıyor. Artık bombacı abimiz de yalnız kalıyor ve bunun için Vali Bey'den intikam almak için yemin ediyor.

Dördüncü abimiz Charles Darwin (en soldaki). Evet evet yanlış okumadınız. Darwin abimiz de bu hikayenin içinde. Darwin abimiz doğayı canlıları incelerken kafası "Americana Exotica" adlı kelebeğe takılır. Her yerde bu kelebeği arar ama bulamaz. Bunu duyan valimiz de Darwin abimize bir hediye gönderir. Bir kutu içerisinde "Americana Exotica" yollar. Ama valimiz kelebeği bir raptiye midir iğne midir öyle bir şeyle öldürüp kutuya sabitlemiştir. Bunu yediremeyen Darwin abimiz de basar isyanı.

Son yoldaşımız ise Maskeli bir haydut (ortadaki). Bu abimiz kardeşiyle birlikte haydutluk yaparken ayrılmak zorunda kalırlar. Kardeşi yakalanır ve idam edilir. Tabi Maskeli abimiz de intikam için yemin eder. 

Neyse gelelim sadede... Alexandria Roy'un hikayesine iyice sarmıştır. Alexandria hikaye karakterleri yerine günlük hayatındaki insanları koymaya başlamıştır. Her gün Roy'un yanına gider hikayeyi dinler falan ama Roy abimizin bu hikayeyi öyle çocuk eğlensin diye anlatmadığını anlıyoruz belli bir süre sonra. Roy'un amacı Alexandria'yı kullanarak morfin elde etmek ve yarım bıraktığı işi tamamlamak. Ama günler geçtikçe Roy'un ruh haline göre hikayenin seyri değişmektedir. O eski umut dolu hikayenin yerini karamsar bir hikaye almaktadır. Hikayenin böyle sürmesine dayanamayan Alexandria tepkisini açık olarak koyar ve Roy'dan "Bu benim hikayem" tepkisini alır. Ama Alexandria'nın ufacık çocuk olduğuna bakmayın yapıştırdı hemen cevabı "Senin olduğu kadar benim de hikayem" diyen Alexandria sayesinde Roy abimiz karamsarlığından kurtulmaya başlar...


Film bence tek kelimeyle mükemmel. Uzun zamandır böyle bir film izlememiştim. Sonlarına doğru duygulandırdı bildiğin :(

8/10










Ted (2012)

                              



Yönetmen 
Seth MacFarlane

Senaryo 
Seth MacFarlane
Alec Sulkin
Wellesley Wild


John arkadaşı olmayan bir çocuk. Ne zaman diğer çocukların yanına gitse dışlanıyo falan. Bir noel gecesi John'a ailesi peluş ayı hediye ediyor. John peluş ayıya Ted ismini takıyor. Bir gün peluş ayıyla birlikte uyumadan önce John Ted'in en iyi arkadaşı olduğunu düşünüyor ve "keşke Ted canlı olsaydı" diyor.
Tabi bu dünyada çocukların dileği kabul edilir ve sabah John Ted'in canlı olduğunun farkına varır. 



Beraber 27 sene geçirirler. Artık John 35 yaşına gelmiştir. Ted ve John'un alışkanlıkları da değişmiştir tabi, esrar çekmek, kafayı bulmak falan artık böyle eğlenir olmuşlardır. Tabi bu durum John'un 4 senedir birlikte olduğu Lori'nin hoşuna gitmez.





Ted - John - Lori üçgeni çevresinde geçen olaylar silsilesi denilebilir filmden için. Öyle çoluk çocuk için olan komedi filmlerinden değil sakın öyle zannetmeyin. Yer yer çok ince esprilere sahip zaman zaman gülme krizine sokan bu filmi kesinlikle izlemenizi tavsiye ediyorum...

7.5/10






Cloud Atlas (Bulut Atlası) (2012)







Yönetmen 

Tom Tykwer
Andy Wachowski
Larry Wachowski

Senaryo 
David Mitchell
Tom Tykwer
Andy Wachowski




Açıkça konuşmak gerekirse ben anlamadım filmi. Filmde 5-6 hikaye birden anlatılıyor ve hiçbiri bir sonuca ulaşmadan diğer hikayeye geçiyor ve bu bence biraz olayları bozuyor. 3 (geçmiş - şimdiki - gelecek zaman) farklı zaman diliminde 5-6 hikayeyi birden anlatırsan olacağı bu. Bunca karmaşanın üzerine bir de film yaklaşık 3 saat ooohhhh deme keyfimize. Valla sinemadayken film ne zaman bitecek diye dk saydığım doğrudur. 

Neyse ki anlamayan tek ben değilmişim. Filme gitmeden önce bazı arkadaşlarım da filmi anlamadıklarından yakınıyolardı. Beraber filme gittiğim arkadaşlarıma da sordum onlar da anlamamışlar "tamam" dedim sorun bende değilmiş...

Neyse ilk hikayemize gelelim. Soylu bir abimiz var. Bu bir gemiyle seyahate çıkıyor. Aslında evine dönüyor diyelim. Dönüş yolu boyunca abimiz günlük yazıyor. Dönüş yolunda okyanusun ortasında bunun kamarasından siyahi bir köle abimiz ortaya çıkıyor. Siyahi abimiz soylu abimizi ikna ediyor ve gemide çalışması için köleye bir şans tanınıyor falan fistan bu hikaye böyle devam ediyor taki soylu abimiz evine dönene kadar.

İkinci hikaye eşcinsel olan bir müzisyeni anlatıyor. Müziğini geliştirmek için yaşlı ama ünlü bir müzisyenin yanında asistanı (aslında tam asistan değil. Adam sesi çıkarıyo bizim eleman notaya döküyo) olarak işe başlıyor. Hem kendisini geliştiriyor hem de müzisyen amcanın işini görüyor. Bu abimiz müzisyen amcanın evinde bir kitap okuyo ve epey etkileniyo. Okuduğu kitap 1 önceki hikayedeki abimizin günlüğü. Daha sonra bu kitabın etkisiyle "Cloud Atlas Altılısı" nı yapıyor.


Üçüncü hikaye bir gazeteci ablamızı anlatıyor. Bildiği veya şüphelendiği bir konu hakkında geri adım atmayan güçlü gazeteci imajını yansıtıyor. Bu ablamızda bir müzik dükkanında "Cloud Atlas Altılısı"nı dinliyo ve tabi ki bu ablamız da etkileniyo.


Dördüncü hikayede ise yaşlı bir yapımcı abimiz. Editörlüğünü yaptığı yazarının sansasyonel bir şekilde adam öldürmesi sonucu yazar hapse giriyo ama bunun yanında tüm kitapları satılıyor. (Ayrıca bir önceki hikayedeki ablamızın hayatını yayınlıyor.) Tüm parayı hiç eden de tabi ki editörümüz. Hapisteki yazarımız 3 arkadasını hakkı olan parayı alması için editörün yanına gönderiyo. Tabi ortada para yok. Bunun üzerine Yapımcı abi kardeşinden yardım istiyor ve kaçıyor. Ama kardeş ki nasıl kardeş yüzyılın kazığını atıyor ve yapımcımızı huzur evine kapattırıyor. Yapımcı abimizin de yegane amacı huzur evinden kaçmak oluyor. Özgürlüğüne kavuşmak için yapmadığı şey kalmıyor. (En çok bu abinin hikayesini sevdim)



5. hikayede bir androidimiz var. Bu androidimizin tabi ki iradesi yok. Ama bişey oluyo birden nasıl oluyosa bu androidimizin aklına özgür olma fikri yerleşiyor. (Özgürlük fikri bir önceki hikayedeki amcamızın çektiği bir filmden geliyor.) İsyancılara katılıyor falan...



6. ve son hikayemizde ise burda bir çoban mı dersiniz artık ne dersiniz tam anlayamadım ilkel şartlar altında yaşayan bir abimiz var. Bir önceki hikayede çıkan savaş sonrası dünya yok olma safhasına gelmiş. Herkes kendi derdinde. Bu abimizin ismi Zachary. Filmden hatırladığım ender isimlerden birisi. Neyse bu abimizin çevresinde bir kahin var bir de sürekli kafasını karıştan artık şeytan mı dersiniz iblis mi dersiniz öyle bişey var. Kahin Zachary'nin başına gelecekleri söylüyor ama iblisimiz boş durur mu sürekli fitnelik fesatlık peşinde. Yok onu öyle yapma. Yok ona yardım etme bırak ölsün gibi. Neyse bu abimizin köyüne "öngörülüler" dedikleri grup arasından birisi geliyor. Amaç dağın zirvesine çıkmak ama dağın tepesinde şeytan olduğuna inanılıyor.Bu hiakyede ise bir önceki hikayedeki Somni tanrı haline gelmiş oluyor.

Cloud Atlas, Tom Hanks and Halle Berry

Neyse işte film karışık epey karışık. Yani ben bu kadar hatırladığıma şaştım zaten şu anda. Hani bence film sakat. Sınırda yani. Anlasaydım belki sevebilirdim ama kafa basmadı tabi benim o yüzden pek beğenmediğimi itiraf etcem. Film hakkında "çok güzel yaaaaa" diyenler de yok değil hani. Zaten imdb'den de almış 8.5'i daha ne diyim. 

7.5/10


Looper (2012)




Yönetmen 
Rian Johnson

Senaryo 
Rian Johnson



Yıl olmuş 2074 zamanda yolculuk yapılabilir duruma gelmiş insanoğlu. Tabi bakıyolar zamanda yolculuk sakat iş direk yasaklanıyor. Mafyalarımız durur mu ama yasaklanmış şey bunlara daha cezbedici geliyo tabi "biz kullanırız arkadaş" diyip kendi işleri için kullanıyolar. 

(Buyrun beklenen zaman makinesi. Bişeye benzese bari...)

Mafyanın ne işi olur zamanda yolculukla. Şimdi ben mafyaya borçlandım ya da hoşlarına gitmeyecek bişey yaptım diyelim. Bunlar beni bi güzel yakalıyolar 30 sene öncesine yolluyolar ve looper dediğimiz tetikçiler tarafından gümüş karşılığında öldürtüyorlar. Böylece benim hakkımda 2074 yılında herhangi bir kimlik bilgisine rastlanmıyor ve cesedimi kolaylıkla ortadan kaldırabiliyolar. Ne mafyanın ne de looperın başı ağrıyo.


Gün oluyo devran dönüyo bu looper abilerimizin de emeklilik vakitleri geliyor. Looperların emeklilikleri ise şöyle 2074teki looper abimizi 2044teki kendisi öldürüyor. Sırtına yerleştirilen altınları alıyor ve 30 sene boyunca zevk-ü sefa ediyor. Bu olaya da döngünün sonlandırılması (Loop) adı veriliyor.

Hikayeye gelelim. Joe abimiz (Joseph Gordon-Levitt) başarılı bir looper. İşinin ekmeğinin peşinde. Kazandığı paraya bakıyor. Gün oluyor Joe'nun da emekliliği geliyor. Yolluyolar yaşlı Joe'yu (Bruce Willis) ama öldüremiyor tabi. Yaşlı Joe abimiz kaçıyor. Böylelikle loop serbest kalmış oluyor. 

Loopun serbest kalması sakıncalı bir durum. Gelecekten gelen adamın ne yapacağı belli olmaz. Yaşlı Joe'nun da kendince nedenleri var tabi. Bi amaç doğrultusunda yapmayacağı şey yok gibi bir görüntüsü var adamın.

Mafya hem yaşlı hem de genç Joe'nun peşine düşüyor. Amaç ikisini de ortadan kaldırmak. Ama o iş o kadar kolay değil. Yaşlı Joe kaçtıktan sonra ufak bi araştırma sonucu harita üzerinde 3 tane ev belirliyor. Genç ve Yaşlı Joe bir kafede konuşmak için buluşuyolar ama ortalık karışıyor ve haritanın bir kısmı Genç Joe'nun elinde kalıyor. Bizim genç Joe da durur mu gidiyor direk o eve ve başlıyor beklemeye...

Başlıyor olaylar olaylar olaylar... Şimdi kendimi tutamayıp anlatcam tüm filmi olmayacak o yüzden burda kesiyorum. İyi film güzel film. Ama benim beklentilerim epey yüksekti o yüzden biraz hayal kırıklığı yaşamadım desem yalan olur. 

Demezsem içimde kalır. Joseph Gordon Lewitt'in makyajı olmamış lan :( Profilden bakınca bile zar zor benziyo kendisine. Bir de Bruce Willis ne ölmez adammışsın Polat Alemdar yanında sönük kaldı.

7.9/10


Mary and Max (2009)





Yönetmen
Adam Elliot
Senaryo
Adam Elliot

Yalnızlık çeken biri 8 yaşındaki Mary diğeri 44 yaşındaki Max'in kıtalar arası mektuplaşmalarını konu alan yer yer güldüren yer yer kederlendirip ağlatabilecek Adam Elliot filmi.

Karakterlerimizi biraz anlatmak gerekirse Mary 8 yaşında Avustralya'da yaşayan alkolik bir anneye sahip, arkadaşı olmayan, dışarı çıkmayan, gezip tozmayan tek lokmada yenilebilecek tatlılıkta bir kızımız.


Max ise Amerikada yaşayan, obez, arkadaşı olmayan - tek arkadaşı diyebileceğimiz insan psikoloğu - hiç aşık olmamış, görgü kurallarına (böyle diyebiliriz heralde) anlam verememiş bir abimiz. Tanıdıkça seveceksiniz emin olun.


Neyse Mary'nin attığı bir mektupla başlayan arkadaşlık yıllar geçtikçe pekişir. Birbirlerini hiç görmeseler de birbirlerinin en iyi arkadaşları olmuşlardır. Birbirleri sayesinde yalnızlıktan kurtulmaya başlarlar. Hayatlarındaki önemli anları birbirlerine anlatırlar. (Ne kadar çok "birbirlerine" kelimesini kullandım :/ )

Zaman akar gider. Dile kolay 20 sene. 20 sene boyunca yeri geldi güldüler yeri geldi ağladılar ama birbirlerinden hiç kopmadılar.

Film öyle büyük bütçelerle çekilmese bile diğer animasyon filmleri katlar da katlar. İzleyin izlettirin...

8.2/10


 
Support : Creating Website | Johny Template | Mas Template
Copyright © 2011. CADDEDEKİ FİLMCİ - All Rights Reserved
Template Created by Creating Website Published by Mas Template
Proudly powered by Blogger Template