Latest Movie :
Son Eklenenler
Duygusal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Duygusal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Silver Linings Playbook (Umut Işığım) 2012



Pat (Bradley Cooper) karısını Nikli'yi evinde başka bir adamla basınca kontrolünü kaybetmiş ve bir terapi merkezine yatırılmıştır. Gerekli tedaviyi gördükten sonra tedavi merkezinden çıkan Pat, Nickie'yi tekrardan kazanmak istemektedir ama Nikki'nin koydurduğu yasak üzerine evine 150m'den fazla yaklaşamamaktadır. 

Arkadaşı Ronnie bir gün Pat'i yemeğe davet eder. Yemekte Ronnie'nin baldızı Tiffany (Jennifer Lavrence) ile tanışırlar. Tiffany'nin bir süre önce eşi ölmüştür ve o da aynı Pat gibi bunalımdadır. 






Pat her gün olduğu gibi koşu yaparken Tiffany ortaya çıkar. Birlikte yemek yerler vs. Pat eşi Nikki'den bahseder ona ulaşmaya çalıştığından bahseder, Tiffany eşinden başından geçenleri anlatır. Tiffany Pat'in yazacağı bir mektubu Nikki'ye ulaştırabileceğini ama karşılığında kendisiyle birlikte dans yarışmasına katılmasını ister ve Pat kabul eder tabi ki...






Pat'in ailesinden bahsetmek gerekirse Pat'in babası (Robert De Niro) tam bir Eagles hastası, takımının tüm maçlarını totemlerle izleyen, takımı için yaptığı kavgalardan dolayı stada giriş yasağı bulunan birisi. Sürekli arkadaşıyla Eagles üzerinden bahis oynar falan.

Abisi ise işinde başarılı biridir. Babasına restoran açmakta yardım etmeye çalışır. Annesi ise kendi halinde birisi...



Büyük Pat (baba), Pat, Tiffany üçgeninde geçen filmin ilk yarısı özgün bir şekilde ilerlerken ikinci yarısında yerini klişelere bırakıyor. Beklentimi yüksek tuttuğumdan mıdır bilinmez 2. yarısında filmden sıkılmaya başladım. Film depresyondaki insanlardan nasıl birden 2. sınıf bir romantik komedi filmine dönüşmüş anlamıyorum. Ama her şeye rağmen Hangover'dan tanıdığımız Bradley Cooper karakterini çok güzel canlandırmış...

7.5/10

Les Miserables (Sefiller) 2012


Les Miserables, yaklaşık 30 senedir kapalı gişe oynanan müzikalin sinema uyarlamasıdır. Filmin başrollerini Hugh Jackman, Russell Crowe, Anne Hathaway, Amanda Seyfried paylaşırken Helena Bonham Carter ve Sacha Baron Cohen'de filmde rol alıyorlar.

Fransız Devrimi öncesi halkın sefalet içerisinde yaşadığı bir dönemde ekmek çalmaktan dolayı mahkum edilmiş Jean Valjean'ın (Hugh Jackman) 20 yıllık mahkumiyetinin ardından, mahkumlardan sorumlu Javert (Russell Crowe) tarafından serbest bırakılmasıyla başlıyor film. İş ve yemek bulmak için şehir şehir gezen Jean Valjean yediği suçlu damgasından insanlar tarafından dışlanır, iş verilmez. 


Bir papazın kendisine sahip çıkmasıyla birlikte Jean Valjean'ın hayatı değişir. Papazın iyi niyetini kötü kullanan Jean Valjean kilisenin gümüşlerini çalar ve kaçar ama polisler tarafından hemen yakalanır. Papaz ne olursa olsun Jean Valjean'a sahip çıkar ve onun hırsızlık yapmadığını, o gümüşleri kendisinin verdiğini söyleyerek Jean Valjean'ın serbest kalmasını sağlar. Çaldığı gümüşleri satarak şartlı tahliyeden kurtulmak için ismini değiştirir Jean Valjean. Artık Jean Valjean yoktur, saygıdeğer başkan Mösyö Madeleine vardır. Yeni bir hayata başlayan Valjean kasabasına görevli olarak gelen Javert yüzünden ikileme düşer. Kaçacak mıdır yoksa başkan rolüne devam mı edecektir...


Sadece Jean Valjean'ın hikayesi anlatılmıyor filmde. Bir fabrikada işçi olarak çalışan Fantine (Anne Hathaway) kazandığı her kuruşu gayrimeşru çocuğu Cosette'e bakanlara yollar. Fabrikadaki diğer işçiler yüzünden işten kovulan Fantine para kazanmak başka bir yol bulmak zorundadır.


Ayrıca açlıktan kırılan halk krala karşı ayaklanmalara başlamıştır. Detaylı planlar kuran insanlar başarılı bir isyan için doğru zamanı beklemektedirler...


Victor Hugo'nun aynı adlı eserinden müzikale çevrilen ve o müzikalin sinemaya uyarlanmış hali Les Miserables. Yönetmenliğini Tom Hooper'ın yaptığı film izleyenleri hayran bırakacak cinsten. Ülkemizde 1 Mart 2013'te gösterime girecek. 150 dk olmasına rağmen her dakikasında filmin içinde olduğunuz bir film.

9.1/10

Amour (Aşk) (2012)


Anne ve George dış dünyayla ilişkilerini sınırlandırmış, sadece gerektiği zaman insanlarla ilişki kuran kızlarıyla bile çok görüşmeyen, birbirlerine karşı gayet kibar ve saygılı davranan ve aralarındaki sevgi hiçbir zaman zarar görmemiş emekli müzik öğretmenleridir.

Filmimizin başında çiftimizi bir konser salonunda görüyor. Dinlemeye gittikleri eski bir öğrencileri. Konserden eve döndüklerinde kapı kilidinin zorlandığını fark ediyolar. 


Bir gün George ve Anne yemek yerken Anne bir anlığına bilincini yitiriyor. Hiçbir şeye tepki vermiyor. Bunun üzerine George Anne'yi hastaneye götürüyor. Evlerine döndüklerinde Anne George'dan bir daha kendisini ne olursa olsun hastaneye götürmemesi için söz vermesini istiyor. 

Anne bir süre sonra felç geçiriyor. Vücudunun sağ 
tarafı felçli kalıyor. Bu andan sonra George Anne'ye olan sözünün arkasında duruyor ve hastaneye veya bakımevine yollamıyor. Gelen hastalıkla birlikte daha önce dış dünyaya kapalı olan çiftimiz dış dünyayla ister istemez etkileşimde bulunuyolar. Gerek Anne'ye bakmak için gelen hemşireler olsun gerek market alışverişini yapmaya başlayan kapıcı olsun ya da evi temizlemeye gelen hizmetçimiz olsun.


George Anne'yi hastaneye yollamayarak acaba Anne'ye olan sözünü mü tutmaya çalışıyor yoksa zaten küçücük dünyasındaki tek kişiyi mi kaybetmek istemiyor bilemiyoruz. Filmde çoğu yer izleyicinin yorumuna açık bırakılmış. Ayrıca çok sade bir dille anlatılmış hikayemiz. Hani öyle soundtrack diyebileceğimiz bir şey de yok filmde. Eğer hareketli bir şeyler bekliyorsanız filmden hiç izlemeyin bence...

7.4/10

Good Bye Lenin



Yönetmen
Wolfgang Becker

Senaryo
Wolfgang Becker
Bernd Lichtenberg


Film Doğu Almanyalı bir aile etrafında geçiyor. Doğu Almanyada sosyalizm hat safhada. Ailede anne tam bir sosyalist, baba baskıdan kaçmış. Baba kaçınca tabi annenin üstünde bir baskı oluşuyor. Efendim anne de bu olay üzerine bunlar sosyalist değil demesinler diye daha da sosyalizmi benimsiyor, kendisini yırtıyor bildiğin.
Her neyse ailenin kalan elemanları çocuklar. Alex ve Ariane. Bu kardeşlerimiz daha çok küçük yaştalar. Sosyalizm ateşinin ortasında pişiyolar bunlar. 


Gel zaman git zaman çocuklar büyüyorlar falan. Doğu Almanyada Sosyalizmin 40. yılı kutlamaları esnasında bir grup protestocu ortaya çıkıyor. Bu protestocular arasında evin erkek çocuğu Alex de bulunuyor. Annesi Alex'i orada görünce kalp krizi geçirip bayılıyor ve komaya giriyor.

Annemiz tamı tamına 8 ay komada kalıyor. Bu 8 ay içerisinde inanılmaz olaylar oluyor ama anne bu olayların tamamını kaçırıyor tabi ki. Berlin duvarı yıkılıyor, devlet başkanı falan istifa ediyor sosyalizm çöküyor vs. 


Annemiz komadan çıkıyor ama doktorlar Alex ve Ariane'yi uyarıyorlar. Eğer annelerini heyecanlandıracak en ufak bir şey olsa bile tekrar kalp krizi geçirme ihtimali var ve bu sefer durum çok daha ciddi olabilir. Bu durum üzerine Alex annesini resmen evde karantina altına alıyor. Sanki 8 aylık süre zarfında hiçbir şey olmamış gibi annelerini yaşatmaya çalışıyorlar. 


Efenim filmimiz güzel. Kimin aklına geldiyse kim para kaynağını bulduysa ellerine sağlık.

Filme Puanım 7.5/10

Submarine





Yönetmen 
Richard Ayoade

Senaryo
Richard Ayoade
Joe Dunthorde

Film klasik İngiliz filmi. İngiltere'nin o kapalı basık puslu havası filmde çok güzel gösterilmiş. Kullanılan renkler öyle çok canlı renkler değil daha çok havaya uygun gri renkler kullanılmış.

Hikaye 15 yaşlarındaki ergen arkadaşımız Oliver Tate'in (Craig Roberts) etrafında geçiyor. Genç kardeşimizin Jordana (Yasmin Paige)'ya aşık olması ayrıca annesinin eski erkek arkadaşıyla tekrar birlikte olması ve eşiyle yaşadığı problemlerle hikaye büyüyo da büyüyo.

Ergen kardeşimiz Oliver Jordana'ya yanıktır.  Filmimizin ilk yarısında Oliver Jordana'yı elde etmeye çalışıyo. Yapmadığı şey kalmıyor. Tabi ki mutlu son. Oliver Jordanayla flört etmeye başlıyor derken annesinin eski erkek arkadaşı hemen yan binalarına taşınıyor ve annesi başlıyor eski flörtüyle görüşmeye. Tabi evde bi sıkıntı bi çatışma tartışma ortamı oluşuyor.






Garibim Oliver sevinsin mii üzülsün müü bi çıkmaza giriyor tabi ki. Annesinin meselesini düşünürken Jordana'dan uzaklaşıyor. Eee tabi ki ayrılıyolar sonunda. Bizim eleman bi bunalımlara falan giriyor sanki bir okyanusta kaybolmuş gibi boş boş gezmeye başlıyor ortada.


Aslında film 2 parça halinde incelenebilir. Oliver'ın babası kendi gençlik zamanından kalma içinde aşk şarkıları bulunan bir kaseti Oliver'a veriyor. Kasetin A yüzü ilişkinin heyecanlı kısmını anlatırken B yüzü ise ayrılık kısmını anlatıyor. Bu kaset filmin kısa bir özeti gibi sanki. 

Filmin soundtrackleri için Alex Turner abimize de teşekkürü borç biliriz. Alex Turnersız Submarine olmazmış yani.

Filme Puanım: 7.5/10














Moonrise Kingdom




Yönetmen 
Wes Anderson

Senaryo
Wes Anderson
Roman Cappola

Wes Anderson'dan tuhaf ama eğlenceli bir film. Film 1960'larda New England'da geçiyor. Birbirlerine aşık olan 2 genç Sam (Jared Gilman) ve Suzy'nin (Kara Hayward) beraber kaçmalarının ardında gelişen olayları anlatılıyor. 

Sam 12 yaşında koruyucu bir ailenin yanında büyümüş içine kapanık bir çocuktur. Hiç kimse Sam'den hoşlanmaz çünkü Sam diğer çocuklara göre farklıdır. Suzy'nin ise kendine has bir tarzı var. Öyle bir insan düşünün ki kaçarken bile yanında kıyafet, yiyecek, içecek yerine kitaplar ve plaklar götürsün. 

Neyse gelelim konumuza. Sam, Suzy ile bir kilise gösterisi sırasında tanışır ve mektuplaşarak arkadaşlıklarını pekiştirirler. Suzy ve Sam çevreleri tarafından dışlandıkları için beraber kaçmaya karar verirler. Sam'in katıldığı izci kampı kaçış için bulunmaz fırsattır. Mektuplarla buluşma yeri, zamanı belirlenir. 






    
Sam kamptan kaçar ve Suzy'le buluşur. (Sam'in kamptan kaçma sahnesinde 
The Shawshank Redemption'a hafiften bir gönderme var) Olaylar şimdi başlar. Herkes Sam ve Suzy'nin peşine düşer. Oymakbeyi Ward (Edward Norton) ve polis şefi Captain Sharp (Bruce Willlis) in öncülüğünde aramalar başlar. İzciliğin verdiği tecrübeyle Sam istediği yerde kamp yapabilmektedir. Aramalara tüm izcilerin, polislerin ve Suzy'nin ailesinin katılmasıyla işler iyice karışmıştır.

Sonunda yakalansalar da Sam ve Suzy asla birbirlerinden vazgeçmezler ve mektuplaşmaya devam ederler. Bu inatçılığı fark eden kamptaki diğer çocuklar da Sam'e destek verir ve yeni bir kaçış planı yapılır.


Ve olaylar tekrar başlar. Herkes aramalara başlar, bizimkiler kaçar...

Film gayet güzel eğlenceli bir film. Filmde kullanılan müzikler filme ayrı bir boyut katıyor. Ayrıca filmde sürekli pastel renkler kullanılmış bu da insanın gözüne gayet hoş geliyor.

İmkanınız varsa izlemenizi tavsiye ederim...

Filme Puanım: 8.5/10


 
Support : Creating Website | Johny Template | Mas Template
Copyright © 2011. CADDEDEKİ FİLMCİ - All Rights Reserved
Template Created by Creating Website Published by Mas Template
Proudly powered by Blogger Template