Latest Movie :
Son Eklenenler
2012 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
2012 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Django Unchained (Zincirsiz)

     

Amerikan İç Savaşı öncesi Amerika'nın güney'inde geçen filmin başrollerinde Jaime Foxx (Django), Christoph Waltz (Dr. King Schultz), Leonardo DiCaprio (Calvin Candie) var.

Django (Telaffuz edilirken "D" söylenmiyor) bir köledir. Köle pazarında satılmak için seyahat ederlerken karşılarına Dr. King Schultz çıkar ve Django'yu satın almak istediğini söyler. Django'nun diğer kölelerden farkı kötü geçmişleri olan eski sahiplerinin Dr. Schultz tarafından aranıyor olması ve ona yardım edebilecek olması.

Django ve Dr. Schultz bir anlaşma yaparlar. Eğer Django'nun eski sahipleri Brittle kardeşleri ölü ya da diri bulurlarsa Dr. Schultz Django'ya özgürlüğünü verecektir.



Brittle kardeşlerin yakalanmasının ardından Dr. sözünde durmalıdır. Django'ya özgürlüğü verilir. Django özgür bir adam olarak Dr. Schultz'la birlikte çalışmaya devam eder. Amerika'nın güney bölgesindeki azılı suçluları beraber yakalamaya devam ederler. Ama tüm bunlar yaşanırken bile Django'nun aklında tek bir amaç vardır. Uzun zaman önce kaybettiği eşini bulmak. Sahipleri tarafından ceza olarak farklı bir aileye satılan Broomhilda'nın (Kerry Washington) izi aranmaya başlar.



Quentin Tarantino'nun elinden çıkan muhteşem bir film. Filmin bir bölümünde kendisi de yer alıyor hatta. 

Tarantino'nun daha önce Inglourious Basterds'da beraber çalıştığı ve sergilediği performansla "En İyi Erkek Oyuncu" ödülünü alan Christoph Waltz bu filmde de "En İyi Yardımcı  Erkek Oyuncu Oscar"ına aday.

Ayrıca film de Oscar adayı...

8.5/10





Fragman


Silver Linings Playbook (Umut Işığım) 2012



Pat (Bradley Cooper) karısını Nikli'yi evinde başka bir adamla basınca kontrolünü kaybetmiş ve bir terapi merkezine yatırılmıştır. Gerekli tedaviyi gördükten sonra tedavi merkezinden çıkan Pat, Nickie'yi tekrardan kazanmak istemektedir ama Nikki'nin koydurduğu yasak üzerine evine 150m'den fazla yaklaşamamaktadır. 

Arkadaşı Ronnie bir gün Pat'i yemeğe davet eder. Yemekte Ronnie'nin baldızı Tiffany (Jennifer Lavrence) ile tanışırlar. Tiffany'nin bir süre önce eşi ölmüştür ve o da aynı Pat gibi bunalımdadır. 






Pat her gün olduğu gibi koşu yaparken Tiffany ortaya çıkar. Birlikte yemek yerler vs. Pat eşi Nikki'den bahseder ona ulaşmaya çalıştığından bahseder, Tiffany eşinden başından geçenleri anlatır. Tiffany Pat'in yazacağı bir mektubu Nikki'ye ulaştırabileceğini ama karşılığında kendisiyle birlikte dans yarışmasına katılmasını ister ve Pat kabul eder tabi ki...






Pat'in ailesinden bahsetmek gerekirse Pat'in babası (Robert De Niro) tam bir Eagles hastası, takımının tüm maçlarını totemlerle izleyen, takımı için yaptığı kavgalardan dolayı stada giriş yasağı bulunan birisi. Sürekli arkadaşıyla Eagles üzerinden bahis oynar falan.

Abisi ise işinde başarılı biridir. Babasına restoran açmakta yardım etmeye çalışır. Annesi ise kendi halinde birisi...



Büyük Pat (baba), Pat, Tiffany üçgeninde geçen filmin ilk yarısı özgün bir şekilde ilerlerken ikinci yarısında yerini klişelere bırakıyor. Beklentimi yüksek tuttuğumdan mıdır bilinmez 2. yarısında filmden sıkılmaya başladım. Film depresyondaki insanlardan nasıl birden 2. sınıf bir romantik komedi filmine dönüşmüş anlamıyorum. Ama her şeye rağmen Hangover'dan tanıdığımız Bradley Cooper karakterini çok güzel canlandırmış...

7.5/10

Life of Pi (Pi'nin Yaşamı) (2012)


Yann Martel'in aynı adlı romanından sinemaya uyarlanan Life of Pi'nin yönetmenliğini Ang Lee üstlenmiş. Başrollerini Irrfan Khan (yaşlı Pi) ve Suraj Sharma'nın (Pi Patel) paylaşıyorlar.

Piscine Molitor Patel, Hindistan'ın zamanında Fransa'ya ait olan bölgesinde yaşar. İsmini Fransa'daki bir havuzdan alan Piscine'nin okul hayatındaki en zorlu dönemi isminin yanlış telaffuz edilmesiyle başlar (Pissing). Bu durumdan akıllıca bir yolla kurtulmaya çalışan Piscine isminin matematikteki Pi sayısından geldiğini herkese kabul ettirir. Artık Piscine, Pi'dir.

Daha sonraki yıllarda Pi din ile tanışır. Tanrı'ya nasıl ulaşacağını araştıran Pi, Hinduizm, Hristiyanlık ve İslamiyet'in tüm şartlarını yerine getirmeye başlar. Ama bu sefer de babasının tüm dinlere inanmamanın hiçbir şeye inanmamakla eşit olduğu nasihatlerini duymaya başlar. Oysa ki Pi sadece Tanrı'ya ulaşmaya çalışıyodur...

Pi'nin babası hayvanat bahçesi işletmektedir. İşler kötüye gitmeye başladığında hayvanları satıp Kanada'ya yerleşmek için Japon bir yük gemisine binerler. Yolculuk sırasında gemi batar...


Bir filikayla kurtulmayı başaran Pi'nin dışında gemideki hayvanlardan bazıları da kurtulmuştur. Yaralı bir zebra, bir orangutan, bir sırtlan ve 300 kiloluk bir Bengal kaplanı ve Pi filikada hayatta kalma mücadelesi verecektir.

Her ne kadar Pi'nin yaşayacağını bilsek de (hikayeyi anlattığından dolayı) bu hayat mücadelesinden nasıl kurtulduğunu merak etmek insanı filmin içinde tutuyor. Ayrıca filmin sonunda yazarımızın yaptığı küçük oyundan dolayı hikaye hakkında ikileme de düşüyorsunuz...




8/10

Oscar Ödülleri 2012



84. Oscar ödülleri sahiplerini buldu. Geceye damga vuranlar 6 ödül alan "Hugo" ve 5 ödül alan "The Artist" oldu


En İyi Film:
The Artist
En İyi Erkek Oyuncu: Jean Dujardin, The Artist
En İyi Kadın Oyuncu: Merly Streep, The Iron Lady
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Octavia Spencer, The Help
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Christopher Plummer, Beginners
En İyi Yönetmen: Michel Hazanavicius, The Artist
En İyi Uyarlama Senaryo: The Descendants
En İyi Özgün Senaryo: Midnight in Paris
En İyi Animasyon Filmi: Rango
En İyi Görüntü Yönetimi: Hugo
En İyi Kurgu: The Girl With The Dragon Tattoo
En İyi En İyi Sanat Yönetimi: Hugo
En iyi Kostüm: The Artist

En İyi Makyaj: The Iron Lady
En İyi Özgün Müzik: The Artist
En İyi Şarkı: The Muppets
En İyi Ses Miksajı: Hugo
En İyi Ses Kurgusu: Hugo
En İyi Görsel Efekt: Hugo
En İyi Yabancı Film: A Separation

Les Miserables (Sefiller) 2012


Les Miserables, yaklaşık 30 senedir kapalı gişe oynanan müzikalin sinema uyarlamasıdır. Filmin başrollerini Hugh Jackman, Russell Crowe, Anne Hathaway, Amanda Seyfried paylaşırken Helena Bonham Carter ve Sacha Baron Cohen'de filmde rol alıyorlar.

Fransız Devrimi öncesi halkın sefalet içerisinde yaşadığı bir dönemde ekmek çalmaktan dolayı mahkum edilmiş Jean Valjean'ın (Hugh Jackman) 20 yıllık mahkumiyetinin ardından, mahkumlardan sorumlu Javert (Russell Crowe) tarafından serbest bırakılmasıyla başlıyor film. İş ve yemek bulmak için şehir şehir gezen Jean Valjean yediği suçlu damgasından insanlar tarafından dışlanır, iş verilmez. 


Bir papazın kendisine sahip çıkmasıyla birlikte Jean Valjean'ın hayatı değişir. Papazın iyi niyetini kötü kullanan Jean Valjean kilisenin gümüşlerini çalar ve kaçar ama polisler tarafından hemen yakalanır. Papaz ne olursa olsun Jean Valjean'a sahip çıkar ve onun hırsızlık yapmadığını, o gümüşleri kendisinin verdiğini söyleyerek Jean Valjean'ın serbest kalmasını sağlar. Çaldığı gümüşleri satarak şartlı tahliyeden kurtulmak için ismini değiştirir Jean Valjean. Artık Jean Valjean yoktur, saygıdeğer başkan Mösyö Madeleine vardır. Yeni bir hayata başlayan Valjean kasabasına görevli olarak gelen Javert yüzünden ikileme düşer. Kaçacak mıdır yoksa başkan rolüne devam mı edecektir...


Sadece Jean Valjean'ın hikayesi anlatılmıyor filmde. Bir fabrikada işçi olarak çalışan Fantine (Anne Hathaway) kazandığı her kuruşu gayrimeşru çocuğu Cosette'e bakanlara yollar. Fabrikadaki diğer işçiler yüzünden işten kovulan Fantine para kazanmak başka bir yol bulmak zorundadır.


Ayrıca açlıktan kırılan halk krala karşı ayaklanmalara başlamıştır. Detaylı planlar kuran insanlar başarılı bir isyan için doğru zamanı beklemektedirler...


Victor Hugo'nun aynı adlı eserinden müzikale çevrilen ve o müzikalin sinemaya uyarlanmış hali Les Miserables. Yönetmenliğini Tom Hooper'ın yaptığı film izleyenleri hayran bırakacak cinsten. Ülkemizde 1 Mart 2013'te gösterime girecek. 150 dk olmasına rağmen her dakikasında filmin içinde olduğunuz bir film.

9.1/10

Lincoln (2012)


Steven Spilberg'in yönetmen koltuğuna oturduğu ve senaryosunun da Tony Kushner tarafından yazılan "Lincoln" Amerikan İç Savaşı sırasında meclisten geçirilmeye çalışılan 13. ek madde süresince gelişen olayları anlatıyor. 

Film iki taraf için de kanlı geçen Jenkin’s Ferry Muharebesiyle başlıyor. Muharebe sonrası Amerika safında savaşmış 2 zenci askerin Lincoln ile olan konuşmalarını izliyoruz. Zenci askerlerden birisi askerlerden arasındaki eşitsizlikten yakınıyor.

Filmin ilerleyen bölümlerinde ise hem iç barışın sağlanması konusunda hem de 13. ek maddenin anayasaya eklenmesi yapılan çalışmalar anlatılıyor. 


13. ek maddenin meclisten geçebilmesi için meclisin 2/3'nin evet oyu vermesi gerekmektedir ama tüm Cumhuriyetçiler evet deseler bile 20 oy eksik kalmaktadır. Bu 20 oyun bulunması için Lincoln'ün sağ kolu ve ayrıca Dışişleri Bakanı 3 lobiciyle anlaşır ve sonraki dönem için seçilmeyen meclis üyelerine mevki verilerek oyları alınmak istenmektedir. 



Lincoln'ün özel yaşamını fazla konu almayan film Lincoln'ün ev hayatından da bazı sahneler görmek mümkün. Oğlunun askere yazılmak istemesi ve eşi Mary'nin A.Lincoln'le tartışmalarını görüyoruz ve hepsinde Lincoln'ün ne kadar sabırlı ve soğukkanlı davrandığı gözler önüne seriliyor.







Daha çok bir belgesel tadında geçen filmde başrol oyuncusu Daniel Day Lewis'in eşsiz oyunculuğunu izliyoruz. Oyuncu bu performansıyla 2013 Altın Küre Ödüllerinde "En İyi Erkek Oyuncu" ödülünü aldı.

8/10






Amour (Aşk) (2012)


Anne ve George dış dünyayla ilişkilerini sınırlandırmış, sadece gerektiği zaman insanlarla ilişki kuran kızlarıyla bile çok görüşmeyen, birbirlerine karşı gayet kibar ve saygılı davranan ve aralarındaki sevgi hiçbir zaman zarar görmemiş emekli müzik öğretmenleridir.

Filmimizin başında çiftimizi bir konser salonunda görüyor. Dinlemeye gittikleri eski bir öğrencileri. Konserden eve döndüklerinde kapı kilidinin zorlandığını fark ediyolar. 


Bir gün George ve Anne yemek yerken Anne bir anlığına bilincini yitiriyor. Hiçbir şeye tepki vermiyor. Bunun üzerine George Anne'yi hastaneye götürüyor. Evlerine döndüklerinde Anne George'dan bir daha kendisini ne olursa olsun hastaneye götürmemesi için söz vermesini istiyor. 

Anne bir süre sonra felç geçiriyor. Vücudunun sağ 
tarafı felçli kalıyor. Bu andan sonra George Anne'ye olan sözünün arkasında duruyor ve hastaneye veya bakımevine yollamıyor. Gelen hastalıkla birlikte daha önce dış dünyaya kapalı olan çiftimiz dış dünyayla ister istemez etkileşimde bulunuyolar. Gerek Anne'ye bakmak için gelen hemşireler olsun gerek market alışverişini yapmaya başlayan kapıcı olsun ya da evi temizlemeye gelen hizmetçimiz olsun.


George Anne'yi hastaneye yollamayarak acaba Anne'ye olan sözünü mü tutmaya çalışıyor yoksa zaten küçücük dünyasındaki tek kişiyi mi kaybetmek istemiyor bilemiyoruz. Filmde çoğu yer izleyicinin yorumuna açık bırakılmış. Ayrıca çok sade bir dille anlatılmış hikayemiz. Hani öyle soundtrack diyebileceğimiz bir şey de yok filmde. Eğer hareketli bir şeyler bekliyorsanız filmden hiç izlemeyin bence...

7.4/10

The Impossible (Lo imposible) (2012)

image




2004 yılında Tayland'da yaşanan tsunami felaketinin ardından bir ailenin başlarından geçen olaylar anlatılıyor "The Impossible" da. 

image
Henry (Ewan McGregor), Maria (Naomi Watts) ve çocukları Lucas (Tom Holland), Thomas (Samuel Joslin) ve  Simon (Oaklee Pendergast) Christmas tatillerini geçirmek için Tayland'a giderler. Tatilleri gayet güzel geçmektedir. Bir gün Henry, Thomas ve Simon'la havuzda oynamak için yanlarına gider. Gayet günlük güneşlik havada birden rüzgar esmeye başlar kuşlar sahilden kaçmaya başlar. Tabi ki bu tsunaminin habercisidir. Tsunami dalgası gelir Henry, Thomas ve Simon tabi ki dalganın etkisiyle hemen gözden kaybolurlar. 


image
Bu sırada havuzun kenarında kitap okuyan Maria ve  top oynayan Lucas da dalgaya yakalanırlar. Tabi bu dakikadan sonra yaralanmalar, ölümler, hayatta kalma savaşları başlar. Lucas ve Maria bir arada kalmaya çalışırken bir yandan da güvenli bir yere ulaşmaya çalışırlar. Maria dalgalarda Lucas'ın yanına ulaşmaya çalışırken yaralanmış durumdadır ve bitkin düşmeye başlar. Daha sonra bölge halkı Lucas ve Maria'yı bulup bir hastaneye yerlerştirirler.

Henry, Thomas ve Simon da dalgalardan kurtulmayı başarmışlardır. Henry çocukları otelin sağlam kalan güvenli bir yerinde bıraktıktan sonra Maria ve Lucas'ı aramaya başlar. Otele insanları güvenli yerlere götürmek için ekipler gelir. Henry çocukları ekiplere teslim ederek Maria ve Lucas'ı aramaya devam eder.

image

Bu sırada Maria'nın yaraları kötüleşmeye başlar. Ameliyata alınır ama hala tam olarak iyileşememiştir. Bir ameliyata daha girmesi gerekir ama bunu kaldıramayacağı düşünülür. Lucas ise insanlara hastanede yardım etmeye çalışır. Birbirlerini bulmaya çalışan ailelere yardım eder.

The Impossible oldukça etkili bir gerilim filmi olmasına rağmen zaman zaman duygu sömürüsünün dozu kaçırılmış. Tabi ki büyük bir felaket yaşanmış ama an geliyor Henry'nin ya da Maria'nın 10 cümle üst üste "çocuklarım" , "onlar olmadan asla" gibi sözlerini duyuyoruz ve bu da belli bi süreden sonra insanı bayıyor. 

image
Filmin iyi yönlerine gelecek olursak oyuncuların performansı ilk sırayı alır. Özellikle çocuk oyuncuların performansı oldukça başarılı. Lucas'ın her ne kadar çocuk da olsa annesinin yanında bir kaya gibi sağlam ve sarsılmaz olmaya çalışması, Thomas'ın her ne kadar 7-8 yaşında da olsa 5 yaşındaki kardeşi Simon'ı koruyup kollaması çok başarılı bir şekilde gösterilmiş. Tabi ki Ewan McGregor ve Naomi Watts da çok iyi bir oyunculuk sergilemişler ama bence çocuklar her ikisinden de 1 adım öndeler.

Ayrıca şimdiye kadar sürekli yapılan kıyamet temalı filmlerden daha büyük bir etki bırakıyor insanda.



7.5/10

The Perks of Being a Wallflower (2012)




Stephen Chbosky'nin aynı isimli kitabından uyarlanmış filmin yönetmenliğini de Stephen Chbosky yapmış. Filmde genel olarak liseli öğrencilerin ergenlik sorunları üzerinde durulmuş. Tabi alttan alta da psikolojik konular da işlenmiş. 

Liseye yeni başlayan Charlie'nin (Logan Lerman) hayali bir arkadaşına yazdığı mektupla başlıyor film. Charlie yalnız, çekingen, fazla arkadaşı olmayan bir genç. En yakın arkadaşı yakın zamanda intihar etmiş ayrıca geçmişten yaşadığı travmalar dolayısıyla daha da içine kapanmış birisi.


Son sınıf öğrencileri olan Sam (Emma Watson) ve Patrick (Ezra Miller) sayesinde hayatı değişmeye başlıyor Charlie'nin. Yavaş yavaş üstündeki o çekingenlik gidiyor. Zamanla arkadaşlıklar, dostluklar kazanıyor. İlk defa aşık oluyor, ilk defa birisiyle çıkıyor.


Sam ve Patrick'le çok iyi bir dostluk kuruyor. Sürekli birbirleriyle vakit geçiriyolar. Ama geçmişi Charlie'nin peşini bırakmıyor. Zaman zaman geçmişi hatırlıyor. Tabi bu gibi sorunlar sadece Charlie'de yok. Sam'in hayatı boyunca düzgün bir ilişkisi olmamış, sürekli önüne geçmişi geliyor. Patrick ise cinsel tercihinden dolayı hayatını tam anlamıyla istediği gibi yaşayamıyor. 

Film her ne kadar karakterlerin psikolojileri üstünde durmasa da karakterlerin nasıl bir ruh halinde davrandıklarını gayet güzel anlatabilmiş. Oyuncu seçimleri bence tabiri caizse "cuk" oturmuş. Emma Watson hepimizin hafızalarına kazınmış "Hermonie" karakterinden kırıntı bırakmamış, Ezra Miller ise ayrı bir oyunculuk sergilemiş. Ayrıca Charlie rolünü oynayan Logan Lerman ise karaktere nasıl büründüyse sanki gerçek hayatından bir parça sergiliyomuşçasına oynamış.


Ayrıca filmin soundtracleri çok güzel. Soundtracklerin seçiminde Stephen Chbosky'nin de etkisi varmış.

Film öyle büyük beklentilerle izlenmeyecek ama beklentilerinizi düşük tuttuğunuz zaman gayet büyük zevk alınarak izleyebileceğiniz bir film.

7.9/10


Argo (2012)


Ben Affleck'in hem yönetip hem de başrol oynadığı filmde İran'da Şah'ın devrilmesinden sonra ABD elçiliğinden kaçıp Kanada elçisinin evine sığınan 6 kişiyi kurtarma operasyonunu anlatılmış.

Şah devrildikten sonra İran halkı gaza gelmiş ve ABD elçiliğini basmıştır. Elçilikteki herkes esir alınmış ve sorgulanmak için götürülmüştür ama 6'sı dışında. 6 kişi elçilikten kaçmayı başarır ve Kanada elçisinin evine sığınır. 


Bu 6 kişiyi kurtarmak için CIA ajanı Tony Mendez (Ben Affleck) bir plan yapar. Planımız şöyle; egzotik bir ortamda çekilecek bir bilim kurgu filmi için İran'da mekan taraması yapmak ayağına İran'a girip 6 kişiyi Kanada pasaportlarıyla kaçırmak. Planın işlemesi için her şey göz önünde bulundurulur. Afişler hazırlanır, yapımcılarla anlaşılır vs. Her şey hazır olduğunda Tony Mendez İran'a Türkiye üzerinden gider. Burayı özellikle yazdım çünkü o kadar konuşuldu "Türkiye'de bi Hollywood filmi daha çekiliyor" diye es geçmeyim dedim. Neyse filme geri dönecek olursak Tony Mendez İran'a gider, Kanada elçisiyle buluşur, kurtarılacak kişilere yeni kimlikleri anlatılır ezberletilir vs. Her şey hazırdır şimdi tek yapmaları gereken kimseye çaktırmadan kaçmayı başarmak...


Baştan sona kadar sürekli bir gerilim içerisindesiniz. "Acaba kurtulacaklar mı?", "Ahanda yakalandılar" gibi laflar edebilirsiniz film boyunca. Ama değinmek istediğim 1-2 nokta nokta var. 

Bunlardan ilki film başlarken Şah'ın devrilmesinin nedeni Şah'ın zenginlik içerisinde zevk-ü sefa ederken halkın açlıktan kırılması olarak gösterilmiş ki bu İran halkının rejime karşı ayaklanmasını haklı kılar. Ama gelin görün ki film boyunca İran halkı resmen terörist gibi daha doğrusu şöyle diyelim yüzü gülmeyen herkese bağırıp çağıran kişiler olarak gösterilmiş. Ama Amerikalılar her zaman melek gibi insanlardır kimseye zarar vermek istemezler dünya tatlısılar...


İkincisi ise çok klişe var ya... Yok uçak biletleri sistemde gözükmüyor ama tekrar kontrol ettirildiğinde çat diye biletler alınmış oluyor, telefon çalar çalar çalar tam kapatacakken açılır, polis gelir tam adamları yakalayacakken geri çağırılır falan.

Ama istediği kadar klişelere sahip olsun izlenilmesi gereken filmlerden.

7.8/10

Jodaeiye Nader az Simin (A Separation) (Bir Ayrılık) 2011

İran yapımı, Asghar Farhadi'nin yazıp yönettiği film Berlin Film Festivali'nde "En iyi film", "En iyi erkek oyuncu" ve "En iyi kadın oyuncu" ödüllerini almış. 


Film ayrılma aşamasına gelmiş bir çifti anlatıyor. Simin kızının yurt dışında eğitim görmesini istemektedir ve bunun için yurt dışında yaşamaya karar verir ama eşi Nader bu işe karşı çıkar. Çünkü Nader'in bakması gereken Alzheimer hastası bir babası vardır. Bunun üzerine Simin evi terk eder. Simin'in evi terk etmesinden dolayı Nader babasına bakması için bir kadın tutar.


Kadının bir gün Nader'in babasını yatağa bağlayıp evden ayrılması ve evde saklı bulunan paranın kaybolması sonucu Nader öfkelenir ve kadını işine son verir ve atar. Kadının çocuğunu düşürmesi sonucu Nader'e dava açılır ve olaylar başlar...
Başından sonuna kadar her adımda kararı izleyiciye bırakan bir film. Hakim koltuğunda bu sefer siz oturuyorsunuz ve tüm kararları siz veriyorsunuz. 

8.5/10





Dredd (2012)


Yönetmen 
Pete Travis

Senaryo 
Carlos Ezquerra
Alex Garland
John Wagner

Filmin fragmanını ilk gördüğümde ve tabi ki Lena Headey'i gördüğümde büyük bir umutla izlerim demiştim ama sonra sınavlardı falan unutmuşum. İzlemek bugüne kısmetmiş. 

Hikayemiz eski Amerika kalıntılarının arasına yapılan mega şehirlerde geçiyor. Adalet kavramı öyle bişey ki jüridir mahkemedir hiç uğraşmıyolar. Judge (Yargıç)'lar takıyolar mis gibi kasklarını biniyolar motorlarına düşüyolar suçluların peşine. Bir nevi polis ve yargıcı birleştirmişler. Hem suçluyu yakalıyor hem de suçlunun cezasını belirliyor. 


Judge Dredd (Karl Urban) işinde başarılı bir yargıç. Sınavı çok düşük bir puan farkıyla geçemeyen mutant Anderson için son kararı Dredd'in vermesi isteniliyor ve Anderson 1 gün boyunca Judge Dredd'le takılıyor. Dredd buna ara ara sorular soruyor falan. Daha sonra bir ihbar üzerine Peach Trees'e gidiyolar. Olay yerine vardıklarında 3 cesetle karşılaşıyolar olayın peşine falan düşüyolar. Daha sonra Anderson'ın mutant güçleri sayesinde cinayetle alakalı bir çete üyesi ele geçiriliyor. Bunu öğrenen Ma-Ma (Lena Headey) (ki kendisi çete lideridir) tutuşuyor tabi ki. Adamın ötmesinden korktuğu için yargıçları öldürmeye karar veriyor ve Peach Trees'in tüm kapı pencerelerini kapattırıyor.


Biraz Ma-Ma'dan bahsedeyim. Ma-Ma eski bir fahişe. Pezevenginin malafatını adamın eline verdikten sonra durmadan büyümüş ve Peach Trees'in 200 katına birden sahip olmuş. SLO-MO (büyük ihtimalle slow motiondan geliyor ama tam bilmiyorum) adında bir uyuşturucu üretiyor. SLO-MO bildiğiniz slow motion işte, adam bunu kullandığında uçuyor bildiğin hareketleri %1 hızda falan görüyor. Tamam yeter bu kadar MA-Ma olaya geri dönelim.


Bizim yargıçlar Peach Trees'te kapalı kaldıktan sonra olaylar başlıyor zaten. 2 yargıç daha doğrusu 1 yargıç ve 1 yargıç adayının başına gelmedik şey kalmıyor. Açıkça söylemek istiyorum bu Judge Dredd karşısında bizim Polat Alemdar halt etmiş efenim. Polat'a laf edersem 2 olsun. Çatışmalar, kan, silah sesleri bitmek bilmiyor. Dredd merkezden yardım falan istiyor olaylar daha da karmaşıklaşıyor falan. Neyse daha fazla anlatmıcam çenem düştü yine izlerseniz görürsünüz zaten.

Açıkçası filmi ben pek beğenmedim. Klasik 1 adam 1000 kişiyi nasıl öldürür onu görüyoruz. Ama yok efendim ben aksiyon olsun, silahlar patlasın, kan gövdeyi götürsün istiyorum derseniz tam sizlik bir film kaçırmayın...

7.2/10

The Hobbit an Unexpected Journey (2012)


Sonunda gidebildim. Sağolsun Ankaralı sinama severler mi denir yoksa Tolkienciler mi denir bilemiyorum artık ilk 3 gün rezervasyonsuz filme gidemedik. Hatta 4. gün de gidemiyoduk da sonunda IMAX'te izlemekten vazgeçtik. 

Neyse hikayemizden biraz bahsedeyim. Hikayemiz Yüzüklerin Efendisi serisinden tanıdık simalarla başlıyor. Bilbo'nun "There and Back Again" adlı kitabına başladığı andan hikayenin içine giriyoruz. Tabi ki bu sahnelerde Frodo (Elijah Wood) kendisine kısa da olsa eşlik ediyor. 

Hikayenin içine girdikten sonra Bilbo'nun gençlik halini Martin Freeman canlandırıyor.
Bilbo günlük hayatını yaşarken yani bahçesinde oturup tüttürürken birden karşına Gandalf'ın çıkmasıyla hayatı değişiyor. Gandalf Bilbo'ya bir macera öneriyor ama Bilbo mırın kırın ediyor falan. Akşamına tüm cüceler Bilbo'nun evinde toplanıyolar ve esas olay konusuluyor. 


Olayımız şudur. Thorin'in dedesi zamanında çok şaşalı bir kent olan Eredor'un ejderha Smaug tarafından ele geçirilmesi sonucu yıllarca yurtsuz kalmış cüce halkına tekrar Eredor'u kazandırmak.


13 cüce, Bilbo ve Gandalf'tan oluşan grubumuzun uzun yolculuğu anlatılıyor. Yer yer orklar yer yer goblinlerle savaşıyorlar ve The Lonely Mountain'a ulaşmaya çalışıyorlar. Tabi ki herkesin bildiği gibi bu yolculuk sırasında Bilbo'nun "yüzük" ile nasıl karşılaştığı da anlatılıyor.


Açıkçası bana Yüzüklerin Efendisi serisindeki seyir zevkini vermedi film. Tek kitabı 2 filme böldüklerinden dolayı yer yer gereksiz uzatılmıştı film ama yine de tekrar tekrar izlenilecek bir film.
8.3/10




 
Support : Creating Website | Johny Template | Mas Template
Copyright © 2011. CADDEDEKİ FİLMCİ - All Rights Reserved
Template Created by Creating Website Published by Mas Template
Proudly powered by Blogger Template