Latest Movie :
Son Eklenenler

Moon (2009)







Yönetmen 
Duncan Jones

Senaryo 
Duncan Jones
Nathan Parker


Sam Bell (Sam Rockwell) 3 yıllık bir astronotluk görevindedir. Dönüşüne sadece 2 hafta kalmıştır. Karısı ve kızına kavuşmak için gün saymaktadır. Sam abimiz ayda bulunan üssünde helyum 3 elde edilmesini kontrol ediyor. Bu görevde Sam'e yapay zeka bir robot Gerty yardım ediyor. (Gerty'i Kevin Spacey seslendiriyor.)


Helyum 3 ün nasıl elde edildiğini anlatıyım birazcık. Ayın yüzeyindeki toprağa hapsolmuş güneş ışınlarından elde ediliyomuş. Biçerdöver gibi makineler bildiğin toprağı hasat ediyor sonra bir tüp içerisinde Helyum 3'ü elde ediyor. Bu Helyum 3 Dünya'ya gönderilerek büyük bir enerji kaynağı yaratılıyor. Öyle ki bu helyum 3 sayesinde çöller yeşertilmiş o derece.

(Biçerdöver gibi olan alet bu işte)

Her neyse bir gün Sam abimiz dolu tüplerden birini almak için üssün dışına çıkıyor ve o dev biçerdöverin yanına gidiyor. Gidiyor gitmesine ama tam biçerdöverin içine girecekken bi halüsinasyon görüyor ve kaza yapıyor.


Uyandığında kendisini üste buluyor ama ortada bişeyler döndüğü kesin...

Film gayet başarılı. Hiçbir anından sıkılmıyosunuz. Zaten kısa bir film 90 dk. Haydi iyi seyirler...

7.8/10


Requiem for a Dream (2000)






Yönetmen 
Darren Aronofsky

Senaryo 
Hubert Selby Jr.
Darren Aronofsky


Sara Goldfarb oğlu Harry ile yaşayan televizyon bağımlısı bir kadındır. Tek işi tüm gün boyunca televizyon karşısında oturmaktır. Bir gün Sara'ya bir telefon gelir ve televizyona çıkma fırsatı yakalar. Televizyona çıkarken rahmetli eşinin çok sevdiği kırmızı elbisesini giymek ister ama tabi yaş kemale ermiş löp löp sarkıyo her yeri sığamıyo haliyle. Gaza gelip gidiyor bir doktora. Doktor 1 2 ilaç yazıp yolluyor ve Sara ablamız başlıyor zayıflamaya!


Oğlu Harry ise bir uyuşturucu bağımlısıdır. Uyuşturucu almak için zaman zaman annesinin televizyonunu bile satmaktadır. Harry ve arkadaşı Tyrone uyuşturucu satmaya karar verirler. Çok iyi para kazanırlar ama ne zamana kadar. Gün olur devran döner piyasada uyuşturucu kalmaz. Kendileri için bile uyuşturucu bulamaz hale gelirler. Harry kız arkadaşı Marion'dan para bulmasını istemeye başlar.


Filmimiz bu 4 karakter etrafında geçiyor. İnsanda büyük etkiler bırakabiliyor. Öyle ki ne kadar doğru bilmiyorum ama filmin yayınlandığı dönemde Amerika'da uyuşturucu kullanımı büyük ölçüde azalmış.

Filmin yönetmeni Arnofsky filmi tek cümleyle özetlemiş "Bağımlılığın insan üzerindeki etkisi". (ekşisözlükteki liawrizas'a teşekkürü borç bilirim)

Her neyse film bomba izleyin kesin. Başka bir filmde görüşmek üzere hoşçakalın...

8.8/10


Lucky Number Slevin (2006)





Yönetmen 
Paul McGuigan
Senaryo 
Jason Smilovic

Esas adamımız Slevin (Josh Hartnett) bahtsız adamın teki. Sevgilisi bunu aldatıyor, evi mühürleniyor falan derken arkadaşı Nick arıyor ve onun yanına gidiyor. Nick'in evine gittiğinde kapıyı açık buluyor ama evde Nick yok. Bi süre sonra karşı komşu Lindsey geliyor, konuşuyorlar falan. Daha sonra Patron'un (Morgan Freeman) adamları geliyor Slevin'i Nick zannederek alıyorlar bunu Patron'un yanına götürüyorlar. Patron Slevin'den oğlunu öldüren Haham'ın oğlunu öldürmesini istiyor.


 Sonra Haham Slevin'i yanına çağırtıyor. Haham da Slevin'den Nick'in ona borcu olan 33000 $'ı istiyor. Bizim Slevin resmen ortada kalıyor zaten. Ne yapacağını şaşırıyor.

Biraz da Patron ve Haham'dan bahsediyim. Patron ve Haham New York'un 2 büyük mafyası. 20 yıl öncesine kadar yedikleri içtikleri ayrı gitmezken birden birbirleriyle zıt düşüyorlar ve 20 yıl boyunca birbirlerinin korkusuyla yaşıyorlar.

Nick'in Patron ve Haham'la görüştüğünü gören polis de Nick'in yani Slevin'in peşine düşüyor böylelikle işler daha da karışıyor.



Patron-Haham-polis üçgeninin ortasında kalan Nick bir karar vermek zorunda kalıyor ve olaylar başlıyor.

İzleyin filmi güzel. Özellikle son 30 dk obaa yuhh falan dedirtiyo. Ama filmin başında biraz sonunu tahmin edebiliyosunuz.

7.8/10


















The Assassination of Jesse James by the Coward Robert Ford (2007)



Yönetmen 
Andrew Dominik

Senaryo 
Andrew Dominik
Ron Hansen


Jesse James (Brad Pitt) ünlü bir hayduttur. Abisi Frank ile çok sayıda soygun gerçekleştirmişlerdir. Yapacakları son soyguna hazırlanırken Robert Ford (Casey Affleck) (esas adamımız bu) Frank'in yanına gidip soyguna katılmak istediğini söyler ama Frank yemez ve kabul etmez. Bir de şansımı Jesse de deneyim diyen Robert Ford nam-ı diğer Bob Jesse tarafından soygun kadrosuna kabul edilir. Robert Ford böylelikle James çetesine katılmış olur.


Malum soygun son soygun olduğundan daha sonraları Jesse bunalımlara girer bildiğin depresyondadır. Son soygundaki 1-2 kişiyi öldürür falan o derece depresyonda.

Bu arada Bob'dan bahsetmedik hiç. Bob bildiğin 20 yaşındaki yeni yetme. Yıllarca Jesse'nin çizgi romanlarını okumuş hikayeleriyle büyümüş bir çocuk. Tam bir hayran yani. 


Filmizi 2 saat 40 dk. Uzun biraz işte. Olaylar epey ağır ilerliyor. Zaman zaman sıkılabilirsiniz ama çok güzel bir film. Müzikleri çok iyi. Casey Affleck'e hayran kaldım.

8.4/10



Almost Famous (2000)



Yönetmen 
Cameron Crowe

Senaryo 
Cameron Crowe



Hikayemizin baş kahramanı olan William 11 yaşında ablasının evi terketmesinden sonra ablasının bıraktığı plaklar sayesinde rockla tanışmıştır. 15 yaşına kadar rock müzikle ilgilenen ve gruplar hakkında bazı dergilerde yazma fırsatı yakalayan William'ın eline kaçırılmayacak bir fırsat geçer. Kendisine Rolling Stone dergisinde yazma fırsatı verilir.
Stillwater adlı grup hakkında yazı yazmaya çalışan William şehir şehir grupla birlikte seyahat eder, yeni arkadaşlar dostlar kazanır ama en büyük tehlike de budur zaten. William'a sürekli gruptaki elemanlarla arkadaş olursa profesyonelce yazamayacağı söylenir.Bir yandan Stillwater diğer yandan grup fanları ve özellikle Penny Lane.
Annesi sürekli merak içinde olsa da William grupla seyahat etmeye devam eder ama bir türlü istediği yazıyı yazamaz. Rolling Stone editöründen sürekli zaman ister vs. Şimdi fazla da anlatmak istemiyorum veee William yolculuğuna devam eder deyip gerisini size bırakıyorum.

Film herkesin içinde olmak isteyeceği türden bir film. Yolculuk filmi sevenlerin kaçırmaması gerekir.
Filmdeki müzikler çok hoş. Konser sahneleri çok güzel. Bir grup hayatını tam anlamıyla anlatabilmiş kavgalar, flörtler, sürekli dağılma aşamasına gelinmesi hepsi çok güzel anlatılmış. Kaçırılmaması gereken tadı damağınızda kalacak türden bir film.

İzleyin valla bak izleyin çok güzel lan...

8.2/10


Puncture


Yönetmen 
Adam Kassen
Mark Kassen

Senaryo 
Paul Danziger
Chris Lopata
Ela Thier

Gerçek bir hikayeden uyarlanan Puncture uyuşturucu bağımlısı bir avukatın hikayesini anlatmaktadır. Hastanede hemşire olarak çalışan Vicky Rogers'ın eline şırınga iğnesi batıp AIDS hastalığı kapar. Bunu mahkemeye taşıyan Vicky Rogers'ın avukatları da Mike Weiss ve Paul Danziger olurlar. Davadaki amaç hastanelerde normal şırınga yerine tek kullanımlık şırıngaların kullanılmasını sağlamaktır.



Mike abimizin görüşmediği kimse kalmaz. Hastane hastane dolaşırlar ama büyük firmalar sağ olsunlar tüm hastaneleri avuçlarının içine almışlardır. Herkes tek kullanımlık şırıngaların iyi olduğunu düşünse de hiçbir hastane teklifleri kabul etmez.

Bu hareketlenmeyi farkeden bir firma tek kullanımlık şırınganın patentini satın almak için uğraşmaya başlarlar ve işler daha da karmaşıklaşır. Bir tarafta para diğer tarafta insan sağlığı gibi klasik bir ikilemin arasında kalırlar.

                           

Film sürükleyici, zaman zaman heyecanlandırıyor. İzlenilesi bir film.

7/10















Shame (2011)





Yönetmen 
Steve McQueen

Senaryo 
Steve McQueen 
Abi Morgan



Filmi izlemeden önce çoğu yerde güzel film, çok iyi yapmışlar tarzı sözler duydum ve bi izleyim dedim. Tabi ki izlememde Carey Mulligan etkisi de yok değil.


Filmimiz aile ilişkileri kopuk ve cinsel dürtüsü tavan yapmış bir abimizi yani Brandon'ı (Michael Fassbender) anlatıyor. Brandon tek başına yaşayan öyle pek çevresi olmayan iş yerinden 3-4 arkadaşıyla takılan birisi. Cinselliğe düşkünlüğü hat safhada film boyunca bunu görüyoruz zaten. Kardeşi Sissy'nin (Carey Muligan) Brandon'ın evine taşınmasıyla birlikte olaylar daha da karmaşıklaşıyor Brandon'ın davranışların hafiften değişiyor falan.


Şimdi ne yalan söyleyim ben filmi sevmedim. Bazı arkadaşlarım "adam bir arayışta nasıl anlamazsın" gibisinden laflar ettiler ama ben doğru düzgün anlamadım adamın arayışını. Sahneler biraz uzun geldi bana belki ondandır tam odaklanamadım filme. Gereksiz uzatmışlar gibi geldi bana sahneleri. Tabi bana da diyebilirsiniz "sen ne anlarsın sinemadan filmden" diye ama beni sıktı işte burasını iyi bilirim.

Ama şunu da söylemeden edemyeceğim son sahneler iyidi be hatta epey iyiydi. Filmin ilk başlarındaki baygınlık yoktu duygu karmaşası iyi anlatılmıştı.


Filme puanım 6/10


Blow (2001)


Yönetmen 
Ted Demme

Senaryo 
Bruce Porter
David McKenna
Nick Cassavetes


Filmimizin George Jung abimizin hayatını anlatıyor. Esas adamımız George Jung (Johnny Depp) maddi durumu hiç iyi olmamış bir ailenin çocuğu. Jung'ın tek bir amacı var o da geçim sıkıntısı yaşamamak. Jung abimiz gün gelir uyuşturucu işinde para olduğunu görür ve durur mu hiç balıklama atlar uyuşturucu ticaretine. Tabi uyuşturucu işine girince ister istemez insanın bir hapis hayatı oluyor ama paranın da dibine vuruyor.


Neyse işte Jung abimizin hapiste geçen günlerin birisinde kokain işinin geliştiğini öğrenir ve bu iş üzerinden gitmeye karar verir. Hapisten çıktığı anda hoooooooooooop gelsin kokainler gelsin paralar mantığıyla hemen işe koyulur. Adam o kadar büyür ki önünü kimse kapatamaz. Öyle ki Jung abimizin şu lafı da ne kadar büyüdüğünü gösterir; 
"Eğer 70'lerin sonunda 80'lerin başında kokain kullandıysanız %85 malı bizden almışsınızdır"


Tabi bu kadar büyürken bazı şeylerden iste istemez feragat ediliyor. Jung abimizin aile hayatı sürekli kötüye gidiyor. Her ne kadar kızını çok sevse de hiç bir zaman ona hak ettiği zamanı ayıramıyor. Kızına sürekli sözler veriyor ama başı sürekli belada olduğu için bu sözlerini tutamıyor vs.


Filmin sonunda gerçek George Jung'ı görüyoruz kısa bir röportaj yapılmış kendisiyle. Adam kaç senedir hapiste herkes satmış adamı gelen geçen arkasınndan bıçaklamış hala espri falan yapıyor adi herif. Hiç mi bunalıma girmedin lan!!! Ben olsam delirirdim valla...

Film iyi, güzel, seyredin abi kaçırmayın mis gibi filmi. Peneloppe Cruz (Mirtha Jung) karakterini canlandırmış. Hiç değinmedim kendisine bunu da belirteyim. Zaman zaman "allah belanı versin bu ne lan" dedirtse de "ooo olmuş lan P.Cruz olmuş bu filme" de dedirtiyor.

Neyse benden bu kadar sağlıcaklan kalın...

Filme Puanım 7.8












Drive



Yönetmen
Nicolas Winding Refn

Senaryo
Hossein Amini
James Sallis


Filmdeki esas adamımız Driver yani Ryan Gosling. Gosling abimiz gündüzleri dublörlük yaparken geceleri de soygunlara sürücü olarak katılıyor. Yani artık esas soyguncuların hikayesi değil de hep o "sen arabada bekle" denilen adamın hikayesi anlatılıyor. Soygun biter gerisini Driver'a bırakın o hesap yani.


Gosling abimizin macerası komşusu Irene'nin (Carey Mulligan) kocasına yardım etmesiyle başlıyor. Büyük lokma yemeye çalışan Standard yüzünden Gosling abimizin başı belaya giriyor sonra uğraşsın dursun.

Bu sırada Driver her filmde klişeleşmiş bir durum olaraktan Irene ablamıza vurulur. Hem Irene'i hem de Irene'in çocuğunu korumak için uğraşır.



Bence Ryan Gosling efsane bir rol oynamıştır. Adam akıllı konuşmadan nasıl bir karakter bu kadar iyi oynanabilir göstermiştir.

Filmin soundtracleri de tam olmuş bence.

Öyle Fast and Furious gibi bir film beklerseniz üzülürsünüz.

Filme Puanım: 8.2/10




Good Bye Lenin



Yönetmen
Wolfgang Becker

Senaryo
Wolfgang Becker
Bernd Lichtenberg


Film Doğu Almanyalı bir aile etrafında geçiyor. Doğu Almanyada sosyalizm hat safhada. Ailede anne tam bir sosyalist, baba baskıdan kaçmış. Baba kaçınca tabi annenin üstünde bir baskı oluşuyor. Efendim anne de bu olay üzerine bunlar sosyalist değil demesinler diye daha da sosyalizmi benimsiyor, kendisini yırtıyor bildiğin.
Her neyse ailenin kalan elemanları çocuklar. Alex ve Ariane. Bu kardeşlerimiz daha çok küçük yaştalar. Sosyalizm ateşinin ortasında pişiyolar bunlar. 


Gel zaman git zaman çocuklar büyüyorlar falan. Doğu Almanyada Sosyalizmin 40. yılı kutlamaları esnasında bir grup protestocu ortaya çıkıyor. Bu protestocular arasında evin erkek çocuğu Alex de bulunuyor. Annesi Alex'i orada görünce kalp krizi geçirip bayılıyor ve komaya giriyor.

Annemiz tamı tamına 8 ay komada kalıyor. Bu 8 ay içerisinde inanılmaz olaylar oluyor ama anne bu olayların tamamını kaçırıyor tabi ki. Berlin duvarı yıkılıyor, devlet başkanı falan istifa ediyor sosyalizm çöküyor vs. 


Annemiz komadan çıkıyor ama doktorlar Alex ve Ariane'yi uyarıyorlar. Eğer annelerini heyecanlandıracak en ufak bir şey olsa bile tekrar kalp krizi geçirme ihtimali var ve bu sefer durum çok daha ciddi olabilir. Bu durum üzerine Alex annesini resmen evde karantina altına alıyor. Sanki 8 aylık süre zarfında hiçbir şey olmamış gibi annelerini yaşatmaya çalışıyorlar. 


Efenim filmimiz güzel. Kimin aklına geldiyse kim para kaynağını bulduysa ellerine sağlık.

Filme Puanım 7.5/10

Submarine





Yönetmen 
Richard Ayoade

Senaryo
Richard Ayoade
Joe Dunthorde

Film klasik İngiliz filmi. İngiltere'nin o kapalı basık puslu havası filmde çok güzel gösterilmiş. Kullanılan renkler öyle çok canlı renkler değil daha çok havaya uygun gri renkler kullanılmış.

Hikaye 15 yaşlarındaki ergen arkadaşımız Oliver Tate'in (Craig Roberts) etrafında geçiyor. Genç kardeşimizin Jordana (Yasmin Paige)'ya aşık olması ayrıca annesinin eski erkek arkadaşıyla tekrar birlikte olması ve eşiyle yaşadığı problemlerle hikaye büyüyo da büyüyo.

Ergen kardeşimiz Oliver Jordana'ya yanıktır.  Filmimizin ilk yarısında Oliver Jordana'yı elde etmeye çalışıyo. Yapmadığı şey kalmıyor. Tabi ki mutlu son. Oliver Jordanayla flört etmeye başlıyor derken annesinin eski erkek arkadaşı hemen yan binalarına taşınıyor ve annesi başlıyor eski flörtüyle görüşmeye. Tabi evde bi sıkıntı bi çatışma tartışma ortamı oluşuyor.






Garibim Oliver sevinsin mii üzülsün müü bi çıkmaza giriyor tabi ki. Annesinin meselesini düşünürken Jordana'dan uzaklaşıyor. Eee tabi ki ayrılıyolar sonunda. Bizim eleman bi bunalımlara falan giriyor sanki bir okyanusta kaybolmuş gibi boş boş gezmeye başlıyor ortada.


Aslında film 2 parça halinde incelenebilir. Oliver'ın babası kendi gençlik zamanından kalma içinde aşk şarkıları bulunan bir kaseti Oliver'a veriyor. Kasetin A yüzü ilişkinin heyecanlı kısmını anlatırken B yüzü ise ayrılık kısmını anlatıyor. Bu kaset filmin kısa bir özeti gibi sanki. 

Filmin soundtrackleri için Alex Turner abimize de teşekkürü borç biliriz. Alex Turnersız Submarine olmazmış yani.

Filme Puanım: 7.5/10














Donnie Brasco



Yönetmen 
Mike Newell

Senaryo


Joseph D. Pistone
Richard Woodley
Paul Attanasio




Gerçek bir hikayeden uyarlanan Donnie Brasco'nun başrollerini Al Pacino ve Johnny Depp paylaşıyor. Jonny Depp (Donnie = Joe Pistone) mafyanın içine sızmaya çalışan bir FBI ajanını canlandırırken Al Pacino (Lefty) ise pek alışık olmasakta yıllardır mafyanın içinde bulunan ama hiç yükselememiş, pek sallanmayan bir mafya adamını canlandırıyor.


Joe Pistone mafyanın içine sızması için görevlendirilmiş bir FBI ajanıdır. Joe Pistone görevdeyken Donnie ismini kullanıyor. İlk olarak bir kuyumcuymuş gibi tanıtılıyor ve Lefty ile ilk sohbetleri böyle başlıyor. Lefty'nin güvenini kazanıyor ve mafyayla tanışıyor. Lefty'nin güvencesi altında mafyanın içine giren ve yükselen Donnie'yle Lefty arasında büyük bir dostluk oluşuyor. Bir süre sonra ne tarafta olduğunu şaşıran bir Joe Pistone ile karşı karşıya kalıyoruz. Bunu da şu cümlesinden anlayabiliriz;

    " I'm not becoming like them, I am them"

Lefty Donnie'ye öylesine güveniyor ki kendi oğlundan daha fazla sever oluyor. Donnie'nin köstebek olduğunu anladığında bile hiçbir şey yapmıyor. Özellikle son yedikleri baskında Lefty'nin Donnie'yi hala korumaya çalıştığını görebiliriz.

Son sahne ise bence ölümcül vuruşun yapıldığı sahnedir. Lefty'nin eşine söylediği son cümle;

    "listen to me, if Donnie calls... , tell him... if it was gonna be anyone, I'm glad it was him"

Daha sonrasında tüm mal varlığını çekmeceye koyması da bir yumruk etkisi yapmıştır bence.

Filmi seven de var sevmeyen de. Overrated diyen de var underrated diyen de. Bence film bi GoodFellas tan daha güzeldi. 
  
Filme Puanım: 8/10



The Darjeeling Limited



                     

Yönetmen 
Wes Anderson

Senaryo
Wes Anderson
Roman Cappola
Jason Schwatzman

3 kardeşin [Francis L. Whitman (Owen Wilson), Peter L. Whitman (Adrien Brody) ve Jack L. Whitman (Jason Schwartzman)] babalarının ölümünden sonra Darjeeling Ltd. isimli bir trenle Hindistan'a yaptıkları güya ruhani yolculuğu anlatmaktadır. Bana kalırsa bu tren yolculuğu Francis'in babasının ölümünden sonra ailesini tekrar bir araya getirmek için yarattığı bir bahane. 
                             

Öyle bir 3 kardeş düşünün ki hepsinin karakteri birbirinden farklı olsun. Birisi duygusal, birisi herkesi yönlendiren ve diğeri de geleceğinden korkan biri... Film boyunca bu 3 kardeşin karakterlerinin nasıl değiştiğini ve birbirlerine nasıl yaklaştığına tanık oluyoruz.

Filmde dikkat edilmesi gereken nokta ise sürekli yanlarında taşıdıkları bavullar. Bavulların hepsinde babalarının eşyaları var. Bir nevi babalarının anıları üzerlerine yükmüş gibi. Zaten filmin sonunda bavullar her şeyi anlatıyor. 
                             
                               

Film her ne kadar komedi - drama türünde olsa da öyle kahkahalar atacağınız sahneler yok. (En azından ben hiç kahkaha atmadım.) Yer yer güzel diyaloglar var. Aklımda kalan 1-2 tanesi;

---Spoiler içerir---
Tren kaybolduğu sırada Jack
"Raylarda giden bir tren nasıl kaybolur" repliği ile yine Jack'in 
"Merak ediyorum da üçümüz gerçek hayatta arkadaş olabilir miydik. Kardeş olarak değil, sadece insan olsaydık." 
--- Spoiler ---

Film bence öyle ahım şahım bir film değil. Ama yine de izlenebilir bir film. Filmin bazı anlarında vakit kaybı gibi düşünsem de oluşan ufacık bir olay filmi güzelleştiriyor.

Filmin müzikleri bence çok güzel. Özellikle cenaze sırasında çalan The Kinks'ten "Strangers" sahneye tabiri caizse cuk oturmuş.

ÖNEMLİ NOT: Filmin castında Natalie Portman'ı görüp izlemeliyim diyen arkadaşlara söyleyim yalnızca 4-5 sn görebilecekler.

Filme Puanım: 7.2/10



Moonrise Kingdom




Yönetmen 
Wes Anderson

Senaryo
Wes Anderson
Roman Cappola

Wes Anderson'dan tuhaf ama eğlenceli bir film. Film 1960'larda New England'da geçiyor. Birbirlerine aşık olan 2 genç Sam (Jared Gilman) ve Suzy'nin (Kara Hayward) beraber kaçmalarının ardında gelişen olayları anlatılıyor. 

Sam 12 yaşında koruyucu bir ailenin yanında büyümüş içine kapanık bir çocuktur. Hiç kimse Sam'den hoşlanmaz çünkü Sam diğer çocuklara göre farklıdır. Suzy'nin ise kendine has bir tarzı var. Öyle bir insan düşünün ki kaçarken bile yanında kıyafet, yiyecek, içecek yerine kitaplar ve plaklar götürsün. 

Neyse gelelim konumuza. Sam, Suzy ile bir kilise gösterisi sırasında tanışır ve mektuplaşarak arkadaşlıklarını pekiştirirler. Suzy ve Sam çevreleri tarafından dışlandıkları için beraber kaçmaya karar verirler. Sam'in katıldığı izci kampı kaçış için bulunmaz fırsattır. Mektuplarla buluşma yeri, zamanı belirlenir. 






    
Sam kamptan kaçar ve Suzy'le buluşur. (Sam'in kamptan kaçma sahnesinde 
The Shawshank Redemption'a hafiften bir gönderme var) Olaylar şimdi başlar. Herkes Sam ve Suzy'nin peşine düşer. Oymakbeyi Ward (Edward Norton) ve polis şefi Captain Sharp (Bruce Willlis) in öncülüğünde aramalar başlar. İzciliğin verdiği tecrübeyle Sam istediği yerde kamp yapabilmektedir. Aramalara tüm izcilerin, polislerin ve Suzy'nin ailesinin katılmasıyla işler iyice karışmıştır.

Sonunda yakalansalar da Sam ve Suzy asla birbirlerinden vazgeçmezler ve mektuplaşmaya devam ederler. Bu inatçılığı fark eden kamptaki diğer çocuklar da Sam'e destek verir ve yeni bir kaçış planı yapılır.


Ve olaylar tekrar başlar. Herkes aramalara başlar, bizimkiler kaçar...

Film gayet güzel eğlenceli bir film. Filmde kullanılan müzikler filme ayrı bir boyut katıyor. Ayrıca filmde sürekli pastel renkler kullanılmış bu da insanın gözüne gayet hoş geliyor.

İmkanınız varsa izlemenizi tavsiye ederim...

Filme Puanım: 8.5/10


The Amazing Spider-Man (2012)

The Amazing Spider-Man


Yönetmen
Marc Webb

Senaryo
James Vanderbilt
Alvin Sargent
Steve Kloves


Yıllar geçti ama insanlardaki (ben de bu insanlardan biriyim) Spider-Man aşkı bitmedi. Önce çizgi filmler sonra Hollwood'un el attığı filmler sayesinde Spider-Man ile büyüdük resmen. Filmin başrollerine gelince 2002 yılından beri Tobey Maguire'nin canlandırdığı Peter Parker karakterini bu sefer Andrew Garfield canlandırmış. Bana pek bi toy geldi yeni Peter, alışamadım. Gwen Stacy karakterini ise Emma Stone ( <3 ) canlandırmış. Bence Emma Stone'a Stacy rolü tam olmuş.

Neyse gelelim filmin konusuna. Peter'ın babası (Richard) bir biyolog ve önemli bir proje üzerinde ortağı Dr. Connors ile çalışma yapmakta. Ama ne oluyorsa artık Richard şehri terketmek zorunda kalıyor. Peter ailesi tarafından amcası Ben'e emanet ediliyor. Richard ve Mary (annesi) bu olaydan hemen sonra bir uçak kazasında ölüyorlar.

Yıllar geçiyor ve şans eseri Peter babasının projesini buluyor. Proje üzerinden hafif bir araştırma yapıp babasının ortağının hala aktif bir bilim adamı olduğunu öğreniyor. Bundan sonraki amaç Dr. Connor'a ulaşmak. Sonunda bir stajyer eğitim seminerinde ilk defa Dr. Connor ile kısa bir konuşma fırsatı elde ediyor. Eli ayağıı uslu durmayan Peter sağa sola girip çıkıyo ve malum örümceğimiz tarafından ısırılıyor.

Artık Spider-Man'imiz kıvama gelmek üzere. Yavaş yavaş güçlerini farketmeye başlıyor, geliştiriyor falan derken Spider-Man'i şehrin sokaklarına iten olay, Ben amcasının öldürülmesi olayı yaşanıyor. Bu sırada Peter ayrıca babasının projesini kalbur üstü çözüp Dr. Connor'la gen değiştirilmesi üzerine deneyler yapıyor. Yapılan deneylerin fareler üzerinde olumlu etki yaratması ufak çaplı bi sevince neden oluyor tabi ki.

Dr. Connor sağ eli olmayan bir adam. İlacın işe yaradığını öğrendikten bir süre sonra Osborn şirketinin bir adamı ilacı  insanlar üzerinde denenmesini istiyor. Her ne kadar Connor gurur yapıp "yok ben yapmam öyle şey" desede şeytan mı dürtüyor artık bilemiyorum basıyor ilacı kendine. Veeeee işte Spider-Man'in ilk düşmanı karşımızda. The Lizard. Kendisi yarı kertenkele yarı insan. Herkesin eşit olması gibi bir düşünceyi saplantı haline getiren Dr. Connor (The Lizard) bu düşüncesini hayata geçirebilmek için çalışmalarına başlar.

Büyük kavga buralarda başlıyor işte...

Filmin sonu malum zaten söylemeye gerek yok.

Film ortalama bir Spider-Man filmi. Artısı Emma Stone tabi ki... Eksiği benim nazarımda yok. Her şeyi gayet güzel anlatmışlar.


Filme Puanım: 7/10



 
Support : Creating Website | Johny Template | Mas Template
Copyright © 2011. CADDEDEKİ FİLMCİ - All Rights Reserved
Template Created by Creating Website Published by Mas Template
Proudly powered by Blogger Template